Birikim Hayat Lisesi öğrencileri Furkan Demir, Cennet Gün, Büşra Nur Orhan'ın Adsız Dergisi 11. sayısı "Sosyal Medya" dosyası için Gökhan Yücel ile söyleşisi |
Hocam, bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Benim adım Gökhan Yücel. 1977’de Fatih Karagümrük’te doğdum. İlkokulu 3. sınıfa kadar Edirnekapı’daki Hattat Rakım İlkokulu’nda okudum. Daha sonra Özel Tercüman İlk ve Ortaokulu’na gittim. Liseyi Pertevniyal’de bitirdim. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nü bitirdikten sonra iki yıl gazetecilik yaptım ve 1999 yılında İngiltere’ye gittim. Orada Karşılaştırmalı Siyaset okuyarak yüksek lisansımı bitirdim. Oxford Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi alanında doktora çalışmalarında bulundum. Tezimi tamamlıyorum. 2009 yılında Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu (Baş)’nun danışmanı olarak yurda döndüm ve 2 yıla yakın Ankara’da bu görevde bulundum. 2011’den itibaren çeşitli mecralarda serbest olarak yazıyor ve konuşuyorum. Yazdığım ve konuştuğum konular, yeni dijital çağda insan ve toplum ilişkileri, eğitim, inovasyon, girişimcilik, sosyal medya vesaire etrafında şekilleniyor. 2012 yılında dünyanın ilk bağımsız dijital demokrasi araştırma platformu olan yenidiplomasi.com’u kurdum. Sıkça ilgilendiğim konularla ilgili yurt içi ve yurt dışı toplantılara katılıyorum. Hürriyet’in Eğitim ekinde ve Digital Age dergisinde yazıyorum. Bunlardan başka müzikle, edebiyatla, tasavvufla ilgili konulara merak duyuyorum. İşte böyle devam ediyor hayatım. Teşekkürler hocam, müsaadenizle “sosyal” ve “medya” kavramlarını yan yana getirmenin ne kadar doğru olduğunu sorarak başlamak istiyorum röportajımıza. Sosyal ve medya kavramlarını rahatlıkla birlikte kullanabilir miyiz sizce? Çok güzel bir soru ve çok tartışılan bir içerik bu. Sosyal denildiği zaman ne geliyor aklımıza, insan ilişkileri geliyor değil mi? Fakat yeni dijital çağda bu ilişkilerin oluşturulması bakımından yeni kanallar da açıldı. Siber dünyada dijital teknolojik ortamlar bu ilişki biçimleri için yeni ortamlar doğurdu. Günümüze kadar klasik medya konvansiyonel anlamda bir yayın yapıyordu. Yani tek yönlü… Televizyonu, radyoyu açarsın mesela seyreder veya dinlersin, bir etkileşim içerisine giremezsin. İşte sosyal medya, bunu karşılıklı hale getirdi. Tek taraflı değil yani, karşılıklı… İnsanlar birbirleriyle unvanları ne olursa olsun hiyerarşik yapı gözetmeden, protokol tanımadan, randevu almadan iletişim kurabilmeye başladılar. Sizin cumhurbaşkanıyla, başbakanla belki okul müdürüyle bile görüşebilmek için geçmeniz gereken aşamalar, aşmanız gereken bazı engeller var değil mi? Bu aşamaları geçseniz bile görüşememeniz mümkün, öyle değil mi? İşte sosyal medya tüm bunları ortadan kaldıran bir ortamdır. Aradaki tüm kişileri ve engelleri kaldırır. İlişkileri hiyerarşiden ve protokolden arındırır. Diğer bir yanı da “viral” olmasıdır. Virüs gibi yayılan demek yani. Şimdi biz burada bir faaliyet içerisindeyiz değil mi? Ne olacak sonra, siz burada konuştuklarımızı bir yazı haline getirecek ve derginiz Adsız’da yayımlayacaksınız. Okur sayısı kadar kişiye ulaşacak. Fakat benim mesela beş bin takipçimin olduğu bir ağa üye olduğumu düşünün. Bir paylaşımda beş bin kişiye ulaşabiliyorum. Benim takipçilerimin de üçer beşer bin takipçileri olduğunu ve bunlardan en azından birkaçının paylaşım yaptığını düşünürseniz benim yazdıklarım kaç kişiye ulaşabilir biliyor musunuz? Bu benim yazımın anında binlerce hatta milyonlarca kişiye ulaşması demek. Bunu sosyal medya dediğimiz ortamdan başka hiçbir yerde gerçekleştiremezsiniz. Peki, hocam iyi bir sosyal medya kullanıcısı kimdir, sosyal medyayı çok mu kullanır mesela, çok mu paylaşım yapar sosyal ağlarda? Burada ister kişi ister kurum olsun kullanıcının, aynı hayattaki gibi bir stratejisinin olması gerekir. Niçin kullandığınıza karar vermiş olmanız önemli. Ne kadar kullandığınız bundan sonra önem kazanıyor. Sonra bir de hangi sosyal medya araçlarını kullanmanız gerektiğini de iyi bilmeniz gerekir. Sizin amaçlarınıza hizmet eden hangisi, onu tespit etmeniz gerekir. Biz Facebook’u, Twitter’i, Youtube’u, Linkline’i, Tumblr’ı biliyoruz ama dünyada yüzlerce sosyal medya ağı var. Mesela dünyanın en çok kullanılan ağını biz tanımıyoruz bile. Bu ağ Çin’de kullanılıyor: Weibo. Kaç kişi biliyor bu ağı? Az kişi… Niye? Çünkü Çince ve neredeyse dünyada sadece Çinliler kullanıyor bu ağı. İşte bunun gibi belki binlerce sosyal medya ağı var. Hedef kitlenizi ve aracınızı iyi seçmeli, amaçlarınızı da iyi belirlemelisiniz. Ben birkaçını birleştirerek kullanıyorum mesela. Tek tek takip etmek ve idare etmek yerine birleştirerek kullanıyorum. Özetle öğrenmeye ve etkileşime açık olursanız sosyal medyada iyi kulacı olma ihtimaliniz yükselir denebilir. Hocam buradan yola çıkarak sosyal medyanın, bir bakıma sosyal olanı onlarca, yüzlerce defa daha sosyal hale getirdiğini söyleyebilir miyiz? Tabi ki, tabi ki söyleyebiliriz. Niye? Benim hiç tanımadığım, bilmediğim fakat takip ettiğim ve beni takip eden insanlar var. Birbirimizi tanımasak da aramızda bir ilişki var. Buna klasik bakış açısıyla bakacak olursak farklı sonuçlara ulaşırız tabi. Bu yeni bir sosyalllik, yeni bir “setting”. Adeta evvela bilişme, sonra tanışma. Yeni dijital epistemolojiyi, dijital kültürü tanımayanın, anlamakta zorlanacağı bir durum bu. İşin içine kötü örnekler de girerse, geleneksel bakışın anlamakta tamamen zorlanacağı, kabullenmekte direneceği bir durum çıkıyor karşımıza. Yani eski bir sosyaliteden yeni bir sosyaliteye geçiyoruz. Devlet büyüklerimizin sosyal ağları kullanmalarının gerekli olduğunu düşünüyor musunuz? Fakat hocam, sizin dijital diplomasi tanımlamalarınız biraz farklı, akla ilk gelen değerlendirmelerin dışında gibi… Evet, öyle. Ben dijital diplomasiyi herkes için her yerde ve her zaman yapılabilen bir şey olarak görüyorum. Farklı ülkeler, özellikle dış işleri bakanlıkları bunu böyle tanımlamıyor tabi. Onlarınki bu kadar sivil değil. Ben buradan, oturduğum yerden herhangi bir devlet başkanıyla iletişime geçebilirim. Protokol, hiyerarşi, güvenlik, sekreter, özel kalem hiçbir şey yok. Dijital diplomaside engeller yok. Benim üyesi olduğum bir inisiyatif var mesela: Stokholm Dijital Diplomasi İnisiyatifi. Burada 18 ülkenin dışişleri bakanlığı var - Amerika, İngiltere, Fransa, Hollanda da dahil - diplomat olmayan tek üyesi bendenizim bu inisiyatifin. Ocak ayında yaptığımız toplantıda yapılan tanım ve değerlendirmelerde dijital diplomasi faaliyetlerinde dışişlerinden ya da devleti temsil eden birimlerden bir temsilcinin mutlaka yer alması, taraf olması gerektiği ifade ediliyor. Benim tariflerim tam da öyle değil. Buna gerek yok. Benimkisi tamamen sivil, herkes herkesle diplomasi yapabilir. Bence biz şu an burada bir dijital diplomasi örneği verebileceğimiz halde onlara göre aramızdan en az birisinin devleti temsil eden önemli bir görevde olması gerekiyor. Yani ben dijitale vurgu yaparken onlar diplomasiye vurgu yapıyorlar. Önemli örnekler üzerinde durabilirim bu konuda ama bir tanesini söyleyeyim size. Kosova’yı dünya milletlerinden kaçı tanıyor acaba? Bizle Buraya gelmişken Devletimizin özellikle Twitter ve Youtube ile ilişkileri hayli enteresan bir hal aldı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben sizinle ilişki kurmam, sizi yasaklarım türü bir argümanımızın olamayacağını, olsa da çok işe yaramayacağını düşünüyorum. Twitter’in dünyada 24 tane ofisi var. 10 tanesi Amerika’da, 14 tanesi başka ülkelerde. Bunların hemen hemen hepsi inovasyon ve girişimcilik ekosistemlerinin çok güçlü ve etkili olduğu ülkelerde. Onun için sizin Twitter’in ülkenizde ofis açması gibi bir düşünceniz varsa ona gerekli ortamı hazırlayarak davet etmeniz gerekir. Bu bir zorlamanın neticesi olamaz. Bu dijital çağın tüm gerekliliklerini karşısına alan bir şey. Bu kadar özgür bir ortamı dünyaya sunan bir imkâna siz zorunluluk denen şeyi dayatamazsınız. Mahkemelerle muhatap olmak için ofis açmanın hiçbir mantığı yok dijital dünyada. Aslında dijital dünya bakımından çok avantajlı bir ülkeyiz biz. Twitter penetrasyon oranımız dünyadaki en yüksek oran. Yani ülkemizdeki Twitter kullanıcılarının ülkemizdeki İnternet kullanıcılarına oranı en yüksek olan ülkeyiz biz. Bu oran %31’ tekabül ediyor ki bu çok yüksek bir oran. Amerika, Japonya gibi ülkelerin dahi üzerinde yani. Hakeza Twitter’da kullanılan diller bakımından %2’lik bir seviye ile Türkçe yine en çok tercih edilen dillerden birisi olarak karşımıza çıkıyor. Sıralamada 7. veya 8. sırada… 36 milyon geniş ağ bandı kullanıcımız var. Bunlar hiç de görmezden gelinecek istatistikler değil. Yani biz pek çok bakımdan dijital dünyanın dikkatini çeken bir ülkeyiz zaten. Burada problem olan ne? Az önce söyledik ya kullanım, kötü kullanım ve suistimal arasındaki dengeyi sağlayamadık daha. Suistimaller herkesin herkesle ilişkisine zarar veriyor. Efendim, her meselede olduğu gibi bu konuda da eğitim şart değil mi? Sosyal medya eğitimi ve eğitimde sosyal medya desek, neler söylemek istersiniz? Hocam, bu gidişin sonunun olmadığı belli de bu gidiş nereye? Nereye gittiğimizi bu kadar bilmediğimiz hiçbir zaman dilimi olmamıştı diyebilir miyiz? Bunu şöyle cevaplamak lazım. Amerika’da bir şirket var. Bu şirket 2558 dijital teknoloji ve internet uzmanına internetin 2025 yılında alacağı hali soruyor. Neticede bununla ilgili olarak yayımlanan raporda 15 tane çok ciddi sonuçla karşılaşılıyor. Sekizinci maddesi eğitimle ilgili bu raporun. Ama her şeyden önce en çarpıcı olanı bugün kullandığımız elektrik var ya, 2025’te insanların interneti elektrik gibi kesilince karanlıklara bürüneceği şeklinde algılayacağını gösteriyor. Yine mesela 2025’te bugün faaliyet gösteren iş kollarının %60’ının yok olacağını, yerine yeni yeni iş kollarının ortaya çıkacağını gösteriyor bu araştırma. İşte burada sizlerin kendinizi böyle bir dijital geleceğe çok iyi hazırlamanız gerekiyor. Bu arada yine sizin bir sorunuzun cevabı olarak söylemek gerekirse benim de artık klasik anlamda ders anlatmayı bırakan, facebook üzerinden ders anlatan, hatta sınavlarını facebook’tan yapan tanıdıklarımın olduğunu söyleyebilirim. Bu iş oralara doğru ister istemez gidecek. Yeni sosyalite, dijital epistemoloji, yapay zekâ, zenginleştirilmiş içerikler, robotik teknoloji, sibernetik, üç boyutlu yazıcılar, tarayıcılar falan, bu konuların hepsiyle ilgili bir hazırlığımızın olması lazım çünkü gelecekte bunlar hayatımızın birer parçası olacak. Tüm bu söylediklerinizi de mutlaka ciddiye alarak kendimizi geleceğe hazırlayacağız inşallah ama bir de okul hayatımızın kalan yıllarını da düşünerek bizlere özellikle neler tavsiye edersiniz? He, evet arkadaşlar, bunların hepsi belki biraz dışa dönük mahiyetler idi. Bunların yanında ben hem kendime hem başkalarına nereye gidersem gideyim nerede olursam olayım insanın kendisini bilmesi gerektiğini söylüyorum. Ne buyuruyor Peygamberimiz (sav): “Men arefe nefseh; fekad arefe rabbeh” yani, “Kendini bilen Rabbini bilir.” Bundan öte bir şey var mı? Onun için insanın kendisini bilmesi kendisi için bir zorunluluktur. Evvela kendinizi iyi tanıyın, kendinizi iyi okuyun. Şimdi benim bir düsturum var. Onu da söyleyeyim de kapatalım inşallah. Hz. Peygamber’e gönderilen ilk ayet ne idi, ‘Oku’ idi değil mi? Hz. Mevlana’nın Mesnevi’sinin ilk kelimesi: Dinle! İstiklal Marşımızın ilk kelimesi: Korkma! Benim hayat düsturumu oluşturan mana bu üç kelimededir: Oku, dinle, korkma! Kendini ve etrafı okursan, söz dinlersen, korkmazsın. Size de bunu tavsiye ediyorum. > |